Atopik Dermatit Patogenezinde Son Gelismeler
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Derleme
P: 194-200
Aralık 2015

Atopik Dermatit Patogenezinde Son Gelismeler

J Curr Pediatr 2015;13(3):194-200
1. Trabzon Kanuni Egitim Ve Arastirma Hastanesi, Çocuk Allerji Ve Immünoloji Klinigi, Trabzon, Türkiye
2. Ankara Çocuk Sagligi Ve Hastaliklari Hematoloji Onkoloji Egitim Arastirma Hastanesi, Çocuk Allerji Ve Immünoloji Klinigi, Ankara, Türkiye
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
Alındığı Tarih: 22.11.2014
Kabul Tarihi: 05.06.2015
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

Giris

Atopik dermatit (AD), yatkinlik olusturan genler, konagin içinde bulundugu çevre ve immünolojik faktörlerin etkilesimiyle ortaya çikan multifaktöriyel bir deri hastaligidir (1,2). Sikligi tüm dünyada ve özellikle gelismis ülkelerde hizla artmaktadir (1). Siklikla erken çocukluk döneminde baslamakta, astim ve allerjik rinit gibi diger atopik hastaliklara öncülük etmektedir (1). Hastalarin ve ailelerinin yasam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilen bir hastalik olan AD’nin, çocuklarda prevelansi gelismis ülkelerde %10-20, ülkemizde ise %4,9 ile 8,1 arasinda degismektedir (3-5). AD patogenezi tüm ayrintilari ile açiklanabilmis degildir. Günümüzde hastalik patogenezini açiklamakta iki temel hastalik hipotezi kabul edilmektedir. Bu hipotezlerden ilki, AD’nin esas olarak epitelyal hücreler ve deri bariyerindeki yapisal defektlerden kaynaklanip dogal ve edinilmis immün sistemdeki bozukluklara neden oldugunu savunan disaridan-içeriye (outside-inside) hipotezidir. Ikinci hipoteze göre ise AD esas olarak immünolojik bir hastaliktir. Tip 2 yardimci T lenfositlerin (Th2) baskin oldugu fazlasiyla aktive olan immün sistemin deri bariyer fonksiyonlarini ikincil olarak bozdugu kabul edilir (içeriden-disariya, inside-hipotezi) (6). AD’nin patogenezinde her iki hipotezin bir arada ve karsilikli etkilesim içinde olmasi daha muhtemeldir (6). Bu derlemede AD patogenezinde etkili oldugu düsünülen genetik, immünolojik ve deri bariyer fonksiyonu ile ilgili mekanizmalar gözden geçirilecektir.

Genetik Özellikler

Ayni ailede birden fazla kiside AD tanimlanmis olmasi bu hastalikta genetik yatkinligin önemli oldugunu düsündürmektedir (7). AD ile iliskili oldugu gösterilen birçok gen bulunmaktadir. Çalismalar bu genler ve çevresel faktörlerin karsilikli etkilesim içinde oldugunu göstermektedir (8). Genom boyu baglanti çalismalari (genome-wide linkage studies) ile 3q21, 1q21, 11q13.5, 17q25, 20p12 ve 3p26 gibi AD ile iliskili olmasi muhtemel olan lokuslar bulunmustur (8). Farkli fenotipik özellikleri olan AD hastalarinda farkli genler rol oynuyor olabilir (7). Bu genler deri bariyer fonksiyonu ve immün cevapla ilgili olanlar olmak üzere ikiye ayrilabilir.

a-    Deri Bariyer Fonksiyonu ile Ilgili Olan Genler

Dis ortama tamamen kapali ve daha iyi hidrate olan deri bölgeleri olan aksiller ve diaper bölgelerde AD deri lezyonlarinin olmamasi bozulmus bariyer fonksiyonunun AD olusumunda klinik olarak önemli oldugunu düsündürmektedir (8). AD ve psöriasis patogenetik olarak birbirleriyle çok iliskili hastaliklar olmasalar da AD için saptanan lokuslar (1q21, 3q21, 17q25 ve 20p12) psöriasis için saptananlarla benzerlik göstermektedir. Bu da deride eksprese edilen genlerin AD gelisiminde önemli olduklarini düsündürmektedir (8,9). AD ile ilgili aday genlerden birisi 1q21 bölgesinde lokalizedir. Bu bölgede, epidermal kornifikasyonu saglayan epidermal farklilasma kompleksini (epidermal differentiation complex, EDC) olusturan S100A proteinleri, profilaggrin, küçük prolinden zengin bölge içeren proteinler (small proline-rich region proteins, SPRPs) ve geç zarf proteinleri [late envelope proteins (LEP)] gibi yapisal proteinler kodlanmaktadir (9). Epidermal bariyer proteinlerinden olan filaggrin (filament aggregating protein) FLG geni tarafindan kodlanmaktadir. Su ana kadar AD ile en güçlü iliski bu gende saptanmistir (10). Filaggrin, stratum korneum bariyerinin olusturulmasinda önemli bir proteindir (7). En sik saptanan mutasyonlar homozigot nonsense mutasyonlari olan R501X ve 2282del4 mutasyonlaridir. Bunlar AD ve AD iliskili astim için önemli bir risk faktörü olmalarina ragmen sadece astim olusumu ile iliskili bulunmamislardir (8,9,10,11). Egzama riskini artirdiklari gibi tekrarlayan vizing, astim gelisimi ve astim alevlenmelerinin riskini de artirdiklari saptanmis ve atopik yürüyüste etkili olduklari düsünülmüstür (10,11,12). Bazi FLG mutasyonlarinin erken baslangiçli AD (8) ve ekstrinsik (allerjik) AD ile iliskili oldugu da saptanmistir (11). AD hastalarinda görülen FLG mutasyonlari profilaggrinden filaggrin monomerlerinin olusmasini engellemekte, düsük filaggrin ekspresyonu sonucunda transepidermal su kaybi artmakta ve çevresel antijenlerin epidermisten girmeleri kolaylasmaktadir (8). Filaggrin mutasyonu olmayan AD hastalarinda da azalmis FLG ekspresyonu gözlenmektedir ki, bu durumun Th2 sitokinleri olan interlökin (IL) 4 ve IL-13’ün lokal üretimi ile keratinositlerden filaggrin üretimini azaltmasi ile ilgili oldugu düsünülmektedir (13). Ancak, FLG mutasyonlari AD hastalarinin sadece bir kisminda görüldügünden, patogenezde deri bariyer fonksiyonunda görevli olan diger genlerin de önemli olabilecegi düsünülmektedir. Bu genlerden birisi de 5q32 bölgesinde kodlanmis olan SPINK5 genidir. Bir serin proteaz inhibitörü olan bu gen terminal keratinosit farklilasmasinda proteolizi düzenlemekle görevli olan LEKT1’i (the lymphoepitelial kazal-type related inhibitor) kodlamaktadir (7,8). Dermatit, eozinofili, saç anomalileri ve yüksek immünoglobulin (Ig) E degerleri ile AD’ye benzeyen ve erken süt çocuklugu döneminde dehidratasyon ve deri enfeksiyonlari nedeniyle ölüme neden olan Netherton sendromunda da ayni gen etkilenmektedir (8). Bu gendeki bazi mutasyonlarin AD hastalik siddeti ve AD hastalarinda besin allerjisinin varligi ile iliskili oldugu gösterilmistir (8). Benzer fonksiyonlari olan elafin ve salgisal lökosit proteaz inhibitörü (secretory leukocyte protease inhibitor) gibi 20q12 bölgesinde kodlanan bazi proteaz inhibitörlerinin de AD ile iliskili oldugu saptanmistir (7). Son yillarda kollajen 29 (COL29) (14), stratum corneum kimotriptik enzim (15), loricrin (16) ve hornerin (17) gibi epidermal bariyer fonksiyonunda görevli olan proteinleri kodlayan genlerin de AD ile iliskili olduklari saptanmistir.

b-    Immün Cevap ile Ilgili Genler

AD diger allerjik hastaliklarda oldugu gibi Th2 tip hücrelerin ve fonksiyonlarinin ön planda olmasi ile ortaya çikmaktadir. AD’nin Th2 sitokinlerinden zengin bir akut fazi ve Th1 sitokinlerinin baskin oldugu kronik fazi vardir (7,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18). Th2 tarafindan üretilen sitokin grubu olan IL-3, 4, 5, 13 ve granülosit-makrofaj koloni stimüle edici faktörü [(GM-CSF) granulocyte-macrophage colony-stimulating factor] AD patogenezinde önemli bir yere sahiptir. Bu sitokinleri kodlayan 5q31-33 bölgesindeki ve Rantes/CCL5’i kodlayan (17q11) genlerdeki fonksiyonel mutasyonlarin AD ile iliskili olduklari gösterilmistir (7,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19). Th1 üretilen sitokinler olan IL-12 ve interfreron-gama (IFN-γ), Th2 immün cevabini ve IgE türü antikor üretimini baskilar (8). IL-12 beta alt grubunu kodlayan gendeki (5q31-33) tek nükleotid polimorfizmi (SNP) (1188A/C) artmis mesajci ribonükleik asit (mRNA) ekspresyon düzeyleri ile iliskilidir. AD ile ters bir iliski gösterirken bir Th1 tipi hastalik olan psöriasiste düzeyleri artmistir (8). Allerjen ile baglanan IgE, epidermal Langerhans hücreleri (LH), mast hücreleri ve bazofiller üzerinde yüksek afiniteli IgE reseptörü olan FcεR1’e baglanir ve inflamatuvar mediatörlerin salinmasini saglar. Bu reseptörün beta alt ünitesini kodlayan gendeki SNP’lerin AD ve astimla iliskili olduklari saptanmistir (8). IL-31 (8), IL-18 (8), IL-10 (8), dönüstürücü büyüme faktörü beta (7) sitokinleri, mast hücre “chymase” enzimi, CD80 ve CD86 (7) moleküllerinin genlerindeki degisimlerin de AD ile iliskili oldugunu gösteren çalismalar bulunmaktadir. Dogal immünite patojenle karsilasildiginda ilk cevabi hizli bir sekilde vermekle görevlidir. Böylece konaga daha spesifik ve uzun süreli olan kazanilmis immün cevabin olusturulabilmesi için vakit kazandirmaktadir (20). Keratinositler patern tanima reseptörleri adi verilen bir grup dogal immün sistem reseptörü eksprese etmektedirler. Bu reseptörler sayesinde mikroplara ve doku hasarina sitokin, kemokin ve antimikrobiyal peptidler (AMP) salgilayarak cevap verebilmektedirler. Patern tanima reseptörleri, Toll benzeri reseptörler (TLR), nükleotid baglayici oligomerizasyon alani (NOD) (benzeri reseptörler), retinoik asit indüklenebilir gen benzeri reseptörler, C-tipi lektin reseptörler ve peptidoglikan tanima proteinleri gibi reseptörlerden olusmaktadir (20). Dogal immünite ile ilgili moleküllerden NOD2/CARD15, NOD1/CARD4 ve TLR2 genlerindeki SNP’de AD ile iliskili olduklari gösterilmistir (8). TLR 2 genindeki (4q32) R753Q polimorfizmi yüksek IgE düzeyi, artmis hastalik siddeti ve Stafilokokus aureus (S. aureus) kolonizasyonuna yatkinlik gösteren AD fenotipi ile iliskili bulunmustur (8). TLR 9’un da intrinsik tipte AD ile iliskili oldugu düsünülmektedir (8).

1-     Deri Bariyer Fonksiyonu

Deri hem homeostatik hem de patolojik durumlarda çevreden gelen çesitli uyarilara ve tehlikelere uygun zamanda ve uygun sekilde cevap vermekle görevlidir. Bu cevabi 4 epidermal elementin birarada fonksiyon görmesiyle verir. Bu elementler su sekilde siralanabilir: Fiziksel bariyer: Tugla-harç benzeri yapidaki Stratum korneumun (SC) ve onun hemen altindaki Stratum granülosum (SG) tabakasinda bulunan siki baglantilar (tight junctions-TJ). Kimyasal bariyer: Klasik AMP, S100 aile üyeleri ve filaggrin yikim ürünlerinden olusan AMP’ler. Derinin mikrobiyal florasi: Mikrobiyom (microbiome) olarak da ifade edilir. Bazi bakteri, fungus ve viral ajanlardan olusmaktadir. Derideki inflamasyonun ve immün cevabin baslatilmasi veya önlenmesini saglarlar ve konagi S. aureus gibi patojen mikroorganizmalardan korurlar. Immünolojik bariyer: Dogal ve kazanilmis bagisiklik sistemi elemanlarindan olusurlar. Kazanilmis bagisikligin kontrolü ve dogal immünitenin diger epidermal elemanlar arasindaki etkilesimiyle saglanir (20). Artmis su kaybi ile birlikte bariyer disfonksiyonu neden olmaktadir. Bunun sonucunda AD’nin karakteristik bulgusu olan kuru, pullanan, kaba, kuru deride ve kserozise mat, hafif burusuk deride allerjenlerin penetrasyonunu artiran kasinti gelismektedir (8). Deri bariyer disfonksiyonu keratinositlerdeki filaggrin gibi yapisal proteinlerdeki bozukluklara bagli olabilir (8). Normal bireylerde büyük profilaggrin proteininin defosforilasyonu ve serin proteazlarla parçalanmasi sonucu kornifiye hücre zarfinin olusumunda önemli olan fonksiyonel filaggrin olusmaktadir (10). Filaggrin derinin en dis katmanindaki keratinositlerin çökmesini ve düzlesmesini saglamak için keratin hücre iskeletini birlestirir (10). SC su içerigi azaldiginda filaggrin, dogal nemlendirici faktör olusumuna katkida bulunan pirrolidin karboksilik asit ve transürokonik aside proteolize olur. Bunlar korneosit hidrasyonuna katkida bulunan osmolitler olarak görev yaparlar (10). Filaggrin eksikliginin en hizli etkisi SC hidrasyonunun azalmasidir. Böylece transepidermal su kaybi artmis olur. Ek olarak, filaggrin yikim ürünleri SC’yi asidifiye etmede önemlidir. Bu nedenle filaggrin metabolitlerinin azalmasi SC pH’inin artmasina ve serin proteazlarin aktive olmasina neden olur (21). Serin proteazlarin pH ile indüklenen aktivasyonu hem bariyer yikimina hem de Th2 inflamasyonunun artmasina neden olabilir (10). Düsük pH ortaminda S. aureus kolonizasyonunda etkili olan topaklanma faktörü B ve fibronektin baglama proteini A ile immün sistemden kaçmayi saglayan protein A üretimi azalmaktadir. Böylece saglikli deride S. aureus kolonizasyonu ve enfeksiyonu azalmaktadir. Filaggrin eksikliginde pH’inin yükselmesi ile S. aureus’un egzojen proteazlari ve akarlar bariyer ve immün bozukluklari devam ettirebilirler (21). FLG mutasyonu olan bebeklerde klinik olarak görülebilen egzama gelismeden önce de epidermal bariyer fonksiyonu bozuktur (10). Ancak deri bariyer disfonksiyonunun inflamasyondan önce geliserek olusturdugu epidermal bariyer defektlerinin AD gelisimini baslatip baslatmadigi henüz kesin degildir (10). Fistik proteini içeren topikal ajanlarin kullanilmasi ile fistik sensitizasyonunun olusmasi, deri bariyer bütünlügünün bozulmasinin deri aracili sistemik sensitizasyon gelismesinde etkili oldugunu göstermektedir (22). Loricrin ve involucrin gibi epidermal farklilasma kompleks genleri tarafindan kodlanan diger proteinler de epidermal bariyerin önemli komponentlerindendir (10). AD derisinde seramid düzeylerinin düsmesine bagli olarak asidik ve nötral sfingomyelinaz seviyeleri azalmaktadir. Bu durum da transepidermal su kaybini artirmaktadir (8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23). Kuru kasintili deri kasima ile mekanik hasara yol açmakta böylelikle kutanöz olarak tanitilan antijenlerle immün cevap uyarilmaktadir (8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24). Hasar gören keratinositlerden IL-17’ye benzer bir sitokin olan timik stromal lenfopoietin (TSLP) salgilanmaktadir. Bu molekül dendritik hücreleri (DH) uyararak antijenleri sunmak için bölgesel lenf nodlarina (LN) gitmelerini saglamaktadir (8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24,25). TSLP, D vitamininin aktif formunun topikal olarak uygulandiginda allerjik deri inflamasyonuna yol açmasinda araci olmaktadir (8). Aktif D vitamini TSLP gen transkripsiyonunu kontrol etmektedir. Ancak D vitamininin DH’nin antijen sunma fonksiyonunu ve sayisini azaltmak ve AMP ekspresyonunu artirmak gibi potansiyel antiinflamatuvar etkileri de vardir (8). SC tabakasinin hemen altinda SG tabakasinda hücrelerin karsilikli membranlarinda ikinci bir bariyer olarak TJ’ler bulunur. Su, iyonlar ve diger çözünmüs maddelerin paraselüler yoldan geçisini kontrol ederler (10). AD hastalarinin bazilarinda bir TJ proteini olan Claudin-1 (CLDN1) eksikligi gösterilmistir (26). TJ’lerin epidermal bariyer bütünlügünün devamliliginda önemli oldugu son çalismalarda gösterilmistir (27). CLDN1 seviyesindeki düsüklügün basta egzama herpetikum (EH) olmak üzere epidermal viral enfeksiyonlarin yayilmasi ile de iliskili oldugu gösterilmistir (27).

2-    Immünopatoloji

AD’de artmis serum IgE, allerjenlere duyarlilik, akut lezyonlarda artmis Th2 tip sitokinler, deriye özgü lenfosit antijeni olan kutanöz lenfosit ile ilintili antijen (CLA), (deriye özgü yerlesim reseptörü) eksprese eden T hücrelerin artmasi, LH ve inflamatuvar DH [inflamatuvar dendritik epidermal hücre (IDEH)], üzerinde artmis Fc?R1 ekspresyonu ve azalmis AMP gibi birçok sistemik ve kutanöz immün anomaliler tanimlanmistir (10). AD patolojisinde hem dogal hem de immün sistemin rolü bulunmaktadir (8). Deri yoluyla gelen antijenler LH ve DH tarafindan tutulduktan sonra bölgesel LN’lere giderler ve naif T hücrelerine bu antijeni sunarlar. Bu T hücreleri CLA, CCR4 ve CCR10 üretirler, böylece naif hücreden bellek/efektör hücreye dönüsüp deriye geri dönerler (8). Bellek/efektör CD4+ T hücrelerin deriye selektif olarak yerlesmesi allerjik deri inflamasyonunun olusmasinda çok önemlidir. AD’de deriye yerlesim gösteren hücrelerin çogunlugunun CLA+ T hücreler olduklari, daha fazla IL-5 ve IL-13, ancak daha az IL-4 salgiladiklari görülmüstür (28). Bu hücreler IL-13’ten zengin sitokin sekresyonu ile IgE’yi düzenleyip, IL-5 ile eozinofil apoptozunu geciktirirler (29). Lezyonsuz AD derisinde bulunan ana miyeloid DC toplulugu Fc?R1 tasiyan LCs’dir. Allerjenle karsilasan ve inflamasyondan sonra epidermiste Fc?R1 tasiyan miyeloid DCs yani IDEH’ler bulunurlar. IDEH yüzeyindeki Fc?R1’in uyarilmasiyla IL-12 ve IL-18 salgilanmasi artar ve naif Th’lerin IFNγ üreten Th1 veya Th0’lara dönüsmesi uyarilir. Bu mekanizma akut fazdaki Th2 cevabinin kronik fazdaki Th1 cevabina dönüsümünü uyariyor olabilir (7). Ancak Th2’den Th1’e geçisin mekanizmasi tam olarak bilinmemektedir. Periferik kanda eozinofillerin artmasi, eozinofilik katyonik protein, eozinofil türevli nörotoksin ve majör bazik protein gibi eozinofil granül proteinlerinin artmasi AD hastalarindaki ortak bulgulardandir ve hastalik aktivitesi ile iliskilidirler (8). Serum IL-5 düzeyi de AD hastalarinda hastalik siddeti ile koreledir (30). Derideki eozinofili ile spongiosisin akut AD veya kronik AD’nin akut alevlenmelerinde korelasyon gösterdigi saptanmistir (31). Mast hücreleri deri gibi dis ortamla temasi olan dokularda çok sayida bulunurlar. Hem kazanilmis hem de dogal bagisiklikta rol alirlar (8). Mast hücre kaynakli histamin, mast hücre proteinaz (MCC) enzimi triptaz ve kimaz (chymase) ve diger inflamatuvar maddeler AD’de inflamasyon ve kasinti olusumuna katkida bulunurlar (8). AD derisinde MCC’nin artmis proteinaz aktivitesinin deri bariyer defektine katkisi bulunabilir (32). Keratinositler, proinflamatuvar sitokinler, kemokinler ve AMP’leri üreterek derinin bagisiklik yanitina aktif olarak katilirlar. Kasinti-kasima döngüsünde keratinositler birçok proinflamatuvar sitokin ve kemokin salgilar. Atopik keratinosit kaynakli GM-CSF, IL-4 varliginda periferik kan monositlerinin olgun DCs’e farklilasmasini saglarlar (8). Mikrobiyal ürünler, fiziksel hasar veya proinflamatuvar [tümör nekroz faktör alfa (TNFα) ve IL-1α] ve Th2 (IL-4 ve 13) sitokinlerini de içeren inflamatuvar sitokinler insan derisinde TSLP üretimini uyarabilmektedirler (33). Keratinosit kaynakli AMP’ler derinin dogal bagisiklik cevabinin önemli bir parçasidir ve bakteri ve virüsler gibi birçok patojene karsi etkilidirler. Hasar veya derideki inflamasyon β defensinler (HBD-2 ve HBD-3) ve katelisidin (hCAP18/LL-37) üretimini uyarabilir (34). Akut ve kronik AD’de psöriasis lezyonlarina göre AMPs ekspresyonu belirgin olarak düsüktür (8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33,34,35). IL-13 ve 4’ün AD hastalarinda keratinositlerden HBD-3 üretimini inhibe etmesi Th2 sitokinlerinin AD derisinde bakteri ve viral patojenlere karsi dogal bagisikligi baskiladigini düsündürmektedir (36). Ayrica, deride bulunan aktive Th’ler, keratinositler üzerindeki Fas ekspresyonunu uyararak AD’de anahtar patolojik olaylardan biri olan spongiozise neden olan keratinosit apoptozunu indükler (8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33,34,35,36,37). NK hücreleri, periferik kan lenfositlerinin yaklasik %10’unu olusturur. Dogal bagisikligin önemli hücrelerindendirler ve enfekte hedef hücreleri sitoplazmik granüllerinden perforin ve granzyme salgilayarak lizise ugratirlar (8). IFNγ, TNFα, GM-CSF, IL-5 ve 8 gibi çok sayida proinflamatuvar sitokin salgilarlar ve diger dogal bagisiklik hücrelerinin toplanmasini saglarlar (38). AD hastalarinda NK hücrelerinin fonksiyonel olarak defektif olduklari ve IFNγ salgilamalarinda azalma oldugu saptanmistir (39). Bu durum AD derisindeki enfeksiyonlara yatkinliga katkida bulunan faktörlerden biridir. AD deri lezyonlarinda yogun kasima veya S. aureus kolonizasyonu ve/veya infeksiyona ragmen belirgin polimorfonükleer lökosit (PMNL) eksikligi vardir (8). AD’de hastalik agirligi, serum IgE düzeyleri ve deri bakteriyel enflari ile korele olan bir PMNL kemotaktik defekt vardir. Enfeksiyon durumunda azalmis fagositoz, reaktif oksijen türevlerinin azalmis üretim kapasitesi, azalmis β glukuronidaz salinimi, defektif lökotrien B4 üretimi ve dokuda laktoferrin ve PMNL elastaz gibi ekstraselüler PMNL granül proteinlerinin yoklugu gibi diger PMNL fonksiyonlarinin da bozulmus olmasi enfeksiyonlari yatkinligi artirmaktadir (8). AMP’lerde azalma, nötrofillerin deriye toplanmasinda azalma olmasi, TLR defekti, epidermal bariyer anomalileri gibi dogal bagisiklik defektleri, AD’de mikrobiyal kolonizasyon ve enflamasyonlarda önemli bir rol oynamaktadir. AMP’lerden olan HBD-3 mobilizasyonu ve keratinositlerin S. aureus’u öldürmesi AD hastalarinda büyük oranda IL-4 ve 13 tarafindan inhibe edilmektedir (10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24,25,26,27,28,29,30,31,32,33,34,35,36,37,38,39,40). AD hastalarinda çiçek virüsü ve Herpes Simpleks virüs (HSV) enfeksiyonlarina artmis yatkinlik oldugu gözlenmistir. CCR6 eksprese eden immatür DC’lerin ve bellek/efektör T hlerinin atopik derinin dermisine toplanmalarindan sorumlu bir kemokin olan CCL20/MIP-3α ekspresyonunun ve üretiminin yetersizliginin çiçek asisindan sonra dissemine çiçek virüsü enfeksiyonu riskini artirdigi gözlenmistir (41). HSV enfeksiyonlari AD hastalarinin %10-20’sinde bulunur. EH risk faktörleri söyle siralanabilir; erken baslangiçli AD, agir ve tedavi edilmemis AD, bas-boyun dermatiti, önceki EH ve HSV enflamasyonlari, yüksek düzey allerjik duyarlanma ile birlikte yüksek serum IgE düzeyleri (10). EH olan AD hastalarinda AMP’lerin indüklenmesinde (HBD-2,3 ve katelisidin) problem olabilir (42). FLG R501X mutasyonu olan bazi AD hastalarinda EH için daha yüksek risk tasidiklari saptanmistir (43). TSLP’deki genetik varyantlar da EH ile iliskili olabilir (44).

Sonuç

AD hastalari deri bariyer fonksiyonu ile immün sistemi etkileyen ve çevresel tetikleyicilerle etkilesim halinde bulunan genetik olarak belirlenen risk faktörlerine sahiptir. Bu durum klinige, iritan ve allerjenlerin geçisine izin veren ve birçok bakteri ve virüslerle enfeksiyona ve kolonizasyona yatkinliga neden olan yogun olarak kasintili ve inflame bir deri olarak yansimaktadir (10). Deri bariyeri ve immün bozukluklar arasindaki kompleks etkilesim daha iyi anlasildikça AD ve iliskili enfeksiyöz komplikasyonlara hedeflenmis daha spesifik tedaviler gelistirilebilecektir. Etik Hakem Degerlendirmesi: Editörler kurulu tarafindan degerlendirilmistir. Yazarlik Katkilari Cerrahi ve Medikal Uygulama: Aysegül Akan, Emine Dibek Misirlioglu, Can Naci Kocabas, Konsept: Aysegül Akan, Dizayn: Aysegül Akan, Veri Toplama veya Isleme: Aysegül Akan, Analiz veya Yorumlama: Aysegül Akan, Literatür Arama: Aysegül Akan, Yazan: Aysegül Akan. Çikar Çatismasi: Yazarlar tarafindan çikar çatismasi bildirilmemistir. Finansal Destek: Yazarlar tarafindan finansal destek almadiklari bildirilmistir.